Datça istikametinde ilerliyoruz. Yoldan ayrılarak Amazon Camping’e yöneliyoruz. Bir müddet Yediadalar istikametini takip ediyoruz. Toprak ve ham orman yollarında saatlerce ilerliyoruz. Sonunda papazı buluyoruz. Gemicilerin doğal barınağı haline gelmiş yat limanı gibi kullanılan Yediadalar’da eski gemici, süngerci, dalgıç, İngilizce macera kitabı okuyan, elektriksiz, susuz, televizyonsuz, gazetesiz, tüpsüz, doğalgazsız bir ortamda Paşa adlı tüyleri pırıl pırıl 20 cm boyunda simsiyah bir köpek ile yaşayan beyaz saçlı, göğsüne kadar beyaz sakallı, papaz lakaplıbirentelektüelle tanışıyoruz. Yediadalar mevkiine Bodrum’dan, Marmaris’ten teknesi ile gelenler, ellerindeki torbalarda getirdikleri balıkları Papaz’a veriyordu. Papaz da onlara mutlaka bir şeyler ikram ediyordu. Uzun yol kat ettikten sonra Papaz’ın, çalı çırpı ve odun ile tandırda pişirdiği kuru fasulye tek kelimeyle mükemmeldi. Papazı ziyarete gelen misafirlerin pişirdikleri balıklar, köy ekmekleri, isteyenin içebileceği rakı, viski, şarap gibi alkollü içecekler veya meyve suyu, kola vb tam bir ziyafetti.
ÜRETECİ Mİ TÜKETİCİYE,
TÜKETİCİ Mİ ÜRETİCİYE MUHTAÇÜRETECİ Mİ TÜKETİCİYE,
Üreten mi tüketiciye muhtaçtır, tüketen mi üreticiye muhtaç? Bu sorunun cevabı ekonomistler tarafından sürekli tartışılır. Üreten toplumlar, tüketen toplumlar. Tüketmenin israf olduğunu düşünürsek tüketimin olmadığı yerde üretimin de bir değeri olmayacak. Üretmek arz etmekse, tüketmek de talep etmektir. Talep olmadan arz olmaz, arz olmadan talep olmaz. Olaya bu çerçeveden bakınca her üreticinin aynı zamanda birçok şeyin de tüketicisi olduğunu düşünürsek tüketen ve üreten aynı şahsiyette bulunuyor diyebiliriz. Üretimde kalite, toplam kalite, çeşitlilik, günümüz ekonomisinin önemli konuları.
Bu konularda bilgi sahibi olanlar önemli ekonomistler oluyor, fikir üretenler köşe
yazarları, ekonomi yazarları, ekonomide yetkili ağızlar diye toplumun her kesiminde itibar görüyorlar. Her alanda üretim olabilir. Fakat tarım işçiliği, tarım üreticiliği, modern tarımın tüm unsurlarına rağmen Türkiye’deki az gelişmişlikten dolayı eskiden kalmış üretim teknikleri ekolojik tarım, organik tarım ürünleri sıfatları ile değer kazanmaya başladı. Ülkemizin hemen hemen bütün bölgelerinde insan gücü ile babadan kalma teknikler, doğal imkanlarla, yapılan tarım günümüzde değerli hale geldi. (Bu fikri tartışmaya açıyoruz)
“ORTAKÇI TARLANIN ORTASINI YAPAR”
Datça’nın Karaköy beldesine bağlı Körmen mahallesine geliyoruz. Burada bir sanayici, bir turizmci, bir siyasetçi gibi ustalıkla konusuna hakim olan, ne yaptığını bilen, hedefleri, amaçları prensipleri olan, çalışkan dünya tatlısı, yürekleri sevgi dolu Dursun İnce ve ailesi ile tanışıyoruz. Dursun İnce, çiftçiliğin bütün inceliklerine vakıf. Tarımda ve hayvancılıkta hiç gösterişe girmeden yapılması gerekeni bilen ve tatbik eden çiftçi. Dursun Bey’e, arazi sahiplerinin neden ortakçı ile çalışmadıklarını soruyorum. Cevabı ise ‘ortakçı tarlanın ortasını yapar’ oluyor. Sahil kenarında göz alabildiğince dağların eteklerine kadar uzanan düz ovada domates, darı ekilmiş tarlaları görüyoruz. Dursun İnce ile hem geziyor hem de tarlaların sahiplerinin kim olduğunu öğreniyoruz. Gördüğüm kadarıyla deniz kenarında sıralı birkaç arazi yabancılara satılmış. Dursun Bey, köyündeki çiftçilerin ihtiyaçları oldukça tarla satmalarına üzülüyor. Kendisinden başka eşi, oğlu, gelini de tarla satılmasına karşı. Dursun İnce ve ailesi, sabahın 5’inden gecenin 11’ine kadar mütemadiyen çalışıyorlar.
Dursun Bey’e, deniz kasabası olan Körmen’de neden balıkıçılık yapmıyorsun diye soruyorum. O da bana sonu ‘cılık’ ile biten işlerin hiç birisi ile uğraşmam diyor. Balıkçılık, ortakcılık gibi sonu ‘cılık’ ile biten hiçbir işi sevmem. Bunlar yaramaz işler, hepsinin sonu cılık. Biliyorsunuz kuluçkaya yatmış tavuğun altındaki civciv çıkmayan bozuk yumurtaya cılık deriz. Onun için ben cılık, culuk işlerle uğraşmam dedi.
Doğanın bir parçası olan, kendisini doğaya adayan Dursun Bey; ağa mıdır, çiftçi midir, zengin midir, fakir midir? Hiçbir sıfatı hiçbir kavramı düşünmeyen yalnız çalışıp çabalayan bütün eğrileri bu noktadan kendi ölçülerine göre çeken ve doğrultan bir adam.
DOMATES İLE AĞZIMIZIN TADI KAÇTI
Eşimle birlikte sık sık geziyor, gittiğimiz yerlerde üreticiler ile esnaf ile konuşuyoruz. Sanayi bölgelerini dolaşıyoruz. Akdeniz bölgesinde konuştuğumuz bazı üreticilere hormonlu ürünleri, genetiği değiştirilmiş ürünleri soruyoruz. Aldığımız cevap ürkütücü. Kendileri için organik yiyecek yetiştiriyor, satmak için ise hormonlu ürünler yetiştiriyorlar. Üreticileri de besicileri de kendi haline bırakmamak için devletin desteği şart. Gelecekte iyi nesiller yetiştirmek için buna muhtacız. Artık domates yemiyoruz. Ağzımızın tadı kaçtı. Nerede o eski çekirdekli bal gibi tatlı domatesler. Aynı şeyi diğer sebzeler için de söyleyebilirz. Doğanın bir parçası olan, kendisini doğaya adayan Dursun Bey; ağa mıdır, çiftçi midir, zengin midir, fakir midir? Hiçbir sıfatı hiçbir kavramı düşünmeyen yalnız çalışıp çabalayan bütün eğrileri bu noktadan kendi ölçülerine göre çeken ve doğrultan bir adam.
DOMATES İLE AĞZIMIZIN TADI KAÇTI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder