Atatürk ile bütünleşen Kastamonu’yu seviyorum
· “Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim.”
CAZİBE ULUTAŞ
Atatürk’ün Türk kadınları için söylediği bu anlamlı ve güzel sözleri anımsayarak 9-11 Temmuz tarihleri arasında beşinci defa geldiğim Kastamonu ile ilgili ilgili izlenimlerim….
Kastamonu deyince aklıma hemen Atatürk ve kadınlara verdiği önem geliyor. Kastamonu, Atatürk ile o kadar yoğrulmuş bir kent ki hem manevi hem görsel hazzına doyamıyorum. Her karış toprağı kahramanlık dolu bu kentin aşığıyım. İlk defa 2000, son olarak da 2005’de dördüncü kez geldiğim Kastamonu’yu oldukça değişmiş ve gelişmiş buldum. O yıllarda onlarca eski ve harap konaklar el uzatılmayı ve restore edilmeyi bekliyordu. Dönemin Valisi Enis Yeter ile Turizm İl Müdürü Zühtü Yaman’ın davetlisi olarak katıldığım gezi, Kastamonu’da yapılacak çok işin olduğunu gösteriyordu. Birbirinden güzel konakların ilginç tarihleri aynı zamanda sanat tarihi uzmanı Zühtü Yaman tarafından ayrıntılı bir biçimde tarihçeleri ile birlikte anlatılıyordu. Kastamonu’dan başlayan üç günlük gezimiz Pınarbaşı, Daday, Abana, Azdavay, Bozkurt, İnebolu ile tamamlandı. Hem ekonomik hem turizm yönü ile ele alınan Kastamonu’ya yatırımcı bekleniyor, tarihi eserler ortaya çıkarılmak ve sergilenmek isteniyor, ülkemizin kahramanlık abidesi olan bu kent canlanmayı, turizme açılmayı bekliyordu…. 2002 yılını takiben üç yıl da Taşköprü Sarımsak Festivali’ne dönemin Belediye Başkanı şimdi milletvekili olan Hasan Altan’ın davetlisi olarak yine bir basın grubu ile katılmıştım. Taşköprü Pompeipolis açık hava müzesi yeni yeni gün ışığına çıkıyor, kazı çalışmaları devam ediyordu. Şimdi öğrendiğime göre Taşköprü’nün sarımsağı da artık tescillenerek bir marka haline gelmiş. Darısı diğer ürünlerimizin özellikle aynı bölgedeki Tosya pirincinin başına diyorum.
Kastamonu’ya beşinci gelişim ise üyesi bulunduğum Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) ile oldu. Avrupa Birliği Vizyonu okuyucuları olarak sizlere 2010 yılının Kastamonu’sunu biraz da olsa anlatmak istiyorum.
Sponsorluğunu Merlin Travel Group Yönetim Kurulu Başkanı Selami Çelebioğlu ile Yakamoz Tatil Köyü’nü bünyesinde bulunduran İnebolu Yatırım A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Reis’in yaptığı gezide gördüğüm Kastamonu ve İnebolu aradan on yıl geçmesine rağmen iyi bir mesafe kat etmişti… Türkiye’mizin kahramanlık destanı bu kentten başlamış ve bütün yurdu sarmış sarmalamış. Adına türküler yakılmış, yaşlısı, genci cepheye koşmuş, kentin ve ilçelerin her taşında her karesinde destanlar yazılmış. Atatürk cephede olmasına rağmen gözüm savaşta kulağım İnebolu’da dediği o meşhur sözü bilmeyen yok. Yediden yetmişe herkes bu kahramanlıkları konuşuyor, yaşıyor ve yaşatıyor. Beyaz Şeritli İstiklal Madalyası’na sahip tek ilçe olan İnebolu’nun yeteri kadar turizmden nasibini alamadığını gözlemledim.
Geçen hafta yaptığımız bu gezi sonunda özellikle Kastamonu’yu çok gelişmiş buldum. Kenti bir baştan bir başa geçen akarsu ıslah edilerek yeşillendirilmiş, zaten az olan suyu daha nazlı nazlı akar olmuş.
Kentte birçok konak tamirat görmüş ve otel olarak işletmeye açılmış, yerli ve yabancı turistleri bekliyor. Diğer taraftan Eko Turizm Çiftliği’ne kavuşan Kastamonu, turizme katkıya devam ediyor.
Hanları, konakları, müzeleri görmeden gitmek olmaz!
On yedi bin evliyanın nefes aldığı Kastamonu, öyle kolay kolay Türk yurdu olmadı. Her karış toprağı şehit kanlarıyla sulandı, Aşıklı Sultan’dan Yunus Mürebbi’ye, Şerife Bacı’dan Tosyalı Nazife’ye kadar…..
Kastamonu huzuru, refahı, zenginliği fazlasıyla hak ediyor. Kurtuluşun kilit taşı İnebolu’da Yakamoz Tatil Köyü, İnebolu Türk Ocağı, Kurtuluş Savaşı’nda çok büyük emekleri ve şerefli bir yeri olan Küre, buram buram tarih kokan İzbeli Çiftliği, Kastamonu’da Kurşunlu Han, Balkapanı (Penbe Han), Atabey Hanı, Aşir Efendi Hanı, Cem Sultan Bedesteni, İsmail Bey Hanı, Yanık Han, Frenkşah Hamamı, Vakıf Hamamı, Ev Kaya Mezarı, Kastamonu Kalesi, Saat Kulesi, Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı, Atabey Gazi Cami, Ferhat Paşa Cami, Honsalar Cami, İbni Neccar Cami, Mahmut Bey Cami, Musa Fakih Cami, Rüstem Paşa Cami, Sinan Bey Cami, Topçuoğlu Cami, Aşıklı Sultan Türbesi, Atabey Gazi Türbesi, Bayraklı Türbe, Deveci Sultan Cami ve Türbesi, Hatun Sultan Türbesi, Hepkebirler Türbesi, İsa Dede Türbesi, Karanlık Evliya Türbesi, Müfessir-i Alaaddin Efendi (Işıklı Türbe) Türbesi, 75 Yıl Cumhuriyet Evi, Eflanili Konağı, Liva Paşa Etnoğrafya Müzesi, Mazlumcular Konağı, Sepetçioğlu Konağı, Sirkeli Konağı, Tahirefendi (Osmanlı) Konağı, Toprakçı Evleri, 13 tane külliye ve medrese gezginleri bekliyor.
Herbiri için sayfalar dolusu yazıların yazılacağı ilçeleri ile Kastamonu hem tarih hem turizm hem de kültür açısından çok zengin. Adeta Açıkhava müzesi diyebileceğimiz Kastamonu’da Mimar Vedat Tek Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki kompleks içerisinde Cumhuriyet Evi, Türkiye’de bir ilk olan Şapka ve Dantel Müzesi, Atatürk Sergi Salonu, Bebek Evi, Resim Galerisi ile El Sanatları Atölyesi de mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri. Birçok sosyal projeleri hayata geçiren bu kent her şeyi fazlasıyla hak ediyor. El Sanatları Atölyesi’ni gezerken yöreye has uslupla yazılmış birbirinden güzel anlam yüklü dörtlükleri vakit yaratın ve mutlaka okuyun…
Gezimizin ilk durağı Kurtuluş Savaşı’nın kilit noktası: İnebolu
Akşam saat 8.30 gibi İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nden hareket eden otobüsümüz sabah 4 sularında Küre Dağları’nın arasından sahildeki İnebolu’ya doğru kıvrıla kıvrıla yol alıyordu. Hava aydınlanmaya başlamış, yer yer dağlara sis inmiş ve karşıda bir göl gibi deniz bütün güzelliği ile duruyor. Gece hiç uyumayan biri olarak önde oturmanın avantajını yaşadığımı ve bu manzara ile gözlerime ziyafet çekerek havayı da içime sindire sindire soluduğumu söyleyebilirim. Benim gibi uyumayanlar ile arada sohbet ederek güzellikleri dile getiriyor ve varacağımız yere bir an önce ulaşmak istiyoruz. Sabah 5 sularında Yakamoz Tatil Köyü’nden içeri giriyoruz. Birkaç saat istirahat molası veriliyor. Hepimiz elimizde valizler odalarımızın yolunu tutuyoruz. Dışarıdaki güzelliği gördükten sonra valizimi odaya bırakıp hemen kendimi sahile atarak bütün güzellikleri biran önce yutmanın gayreti ile etrafıma bakıyorum. Dalga sesine hastayımdır…Sahili dövüyor…dövüyor….Benim gibi kendini dışarı atan birkaç arkadaşım ile güzellikleri paylaşıyoruz.
Yakamoz Tatil Köyü’nü ve dalgaların sesini hiç unutamamOn yıl önce geldiğim Yakamoz Tatil Köyü ile bugünkü tatil köyünü kıyaslamak mümkün değildi. O zaman yatırımcı bekleyen Yakamoz Tatil Köyü bugün misafirlerini ağırlıyor. Öyle ki ilk dikkatimi çeken 20’ye yakın park halindeki Harley Davidson motorsikletleri oldu. Daha sonra kaptanları ile tanıştık ve biraz sohbet ettik Türkiye turuna çıkmışlar ve özellikle huzuru yakalamak için İnebolu’ya gelmişler. Deniz o gün dalgalı idi. İnsanlar denize girmekten çok havuzda serinlemeyi tercih ediyordu. İnebolu pazarı da arkadaşlar için değişik bir atmosfer olmuştu. Bazıları alışveriş için pazara gitti. Bazıları açık havada uzun uzun kahvaltıyı tercih etti. Mis gibi deniz kokan bir ortamda yapılan kahvaltıdan sonra bahçeye bakan hizmetlilerle sohbet ettik. Bahçede kendi yetiştirdikleri salata ve biberden ikram ettiler. Domates henüz fide olduğu için tadına bakamadık. İnsanlara, İnebolu’nun tarihinden bahsederken gençlerin ne yaptığını sorduk, ilçenin üretiminin ne olduğunu ve geçimini nasıl sağladığını sorduk. Herkes büyük kentlere akın etmiş iş, aş bulmak için.
İnebolu, yaşlılara, kadınlara ve çocuklara kalmış
İnebolu yaşlılara, kadınlara ve çocuklara kalmış. Tarih, turizm, kültür ile yoğrulan İnebolu, bütün bu nimetlerden faydalanmayı fazlasıyla hak ediyor. Eski konakların birçoğu yıkıldı yıkılacak. İçimi çok acıttı. Sihirli değneğim olsa bütün konakları yenileyerek turizme açmayı, eski canlılığına kavuşturmayı, ilçeyi terk eden gençlere iş imkanı yaratmayı isterdim. Yıkılmaya yüz tutan bu konaklarda kim bilir ne acılar, ne sevinçler, ne kederler yaşanmış, nasıl, ne gibi kararlar alınmıştır……..Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş tarihinde önemli bir yeri olan İnebolu’yu, cephelere silah taşıyan ninelerimizi, dedelerimizi, çocuklarımızı, gençlerimizi, çektiği sıkıntıları unutmayalım ve unutturmayalım. Olaylar ve anlatılanlar şerit gibi gözlerimin önünden geçince derin bir ah çekiyorum. İnebolu’ya bir kere daha hayran kalıyorum.
Atatürk’ün Balmumundan heykeli mükemmeldi
Yakamoz Tatil Köyü’nden ayrıldıktan sonra Atatürk’ün Şapka Devrimi’ni başlattığı bugün müze haline getirilen tarihi İnebolu Türk Ocağı’nı ziyaret ettik. On yıl öncesi ile bugünkü müze çok farklı idi. Değişikliklerin başında Eskişehir’in çok değerli belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’in hediye ettiği ve bir eşinin Londra Müzesi’nde bulunan Atatürk’ün Balmumundan yapılan heykeli idi. Herkes Atatürk ile resim çektirmek için sıradaydı. Gerçekten görülmeye değer bir heykeldi. Müzenin sorumlusu Nurhayat Ergün Hanımefendinin sahnede sergilediği tek kişilik muhteşem sunumu Arif Nihat Asya’nın yorumuyla “Neredesin” şiiri mükemmelin ötesinde idi. Hepimizi geçmişe doğru çekti, bu vatanın öyle kolay kolay kazanılmadığını bize o kadar güzel anlattı ki.. Bir an kağnılar, mavnalar, dağların arasından ninelerin, dedelerin sırtında cepheye taşınan cephaneler, çocuklar gözümün önünden şimşek hızıyla gelip geçti. Benim gibi arkadaşların da yoğun bir şekilde duygu selini yaşadığını gördüm.
Salondan çıktığımızda Atatürk’ün Mumyadan yapılmış heykeli başka bir güzellikti. Hepimiz Atatürk ile görüntülenmek için sıradaydık. Binadan dışarı çıktıktan sonra merdivenle aşağı iniyoruz ve koskocaman Atatürk Anıtı’nı görüyoruz. Bizi de bir elinde şapkası diğer elinde bastonu ile selamlıyordu. Heykelin alt kaidesinde de “Türk Halkı medenidir. Tarihte medenidir. Hakikatte medenidir. İnebolu. 25.8.1925” yazıyordu. Türk Ocağı ile ilgili daha ayrıntılı bilgiyi ileride vermek üzere…….İnebolu’yu keşfetmeye devam ediyor, mavinin ve yeşilin hakim olduğu tepeye doğru tırmanıyoruz.
İnebolu Huzurevi gerçekten huzur veriyor
Tepede önce Mehmet Reis’in cennet bahçesinde saklı üç katlı ahşap yapıyı geziyoruz. Adeta bir müze görünümünde. Hava sıcak olmasına rağmen püfür püfür esen rüzgar, karadut, ceviz gibi meyve ağaçları ile dolu bahçe ilgimizi çekiyor. Birkaç kişi kan kırmızısı dutların tadına bakmadan edemiyor. Hayatımda bu kadar güzel bir karadut yediğimi hatırlamıyorum. Ekşimtrak bir tad ve ellerimiz kan kırmızısı, hemen yakında bir çeşme var da ellerimizi güzelce yıkıyor, suyumuzu içiyoruz.
Aynı bölgede yaşlılar için yapılan huzur evi ise çok daha güzel. Şahsen yaşlandığımda burada yaşamak isteyebileceğimi düşündüm. Bahçedeki bankta oturan birkaç yaşlı beyle konuştum, çocuklarını sordum. İçlerinden bir tanesi yılda bir defa da olsa gelip ziyaret ettiğini söyledi. İçim biraz burkularak oradan ayrıldım. Kendi yaşlılığımı düşündüm, çocuklarımı düşündüm…..Zamanın kime neyi göstereceğini hangimiz bilebiliriz ki………
İnebolu’ya bir nokta koyarak “Eğlenceden çok dinlenmek ve gezmek isteyenlerin uğrak yeri. Eski evleriyle de çok meşhur. Siz siz olun dinlenmeyi ve huzuru seçiyorsanız İnebolu’yu gezmek için en az bir haftanızı ayırın” diyorum.
İkinci durağımız Küre, Ersizlerdere
Allı şanlı İnebolu’dan ayrılarak Küre’ye doğru hareket ediyoruz. İstikametimiz Ersizlerdere.. Burada bizi Küre Belediye Başkanı Kamil Aydınlı ve beraberindeki Küreliler karşılıyor. Rehberliğimizi yapan Belediye Başkanı Aydınlı, önce Ersizlerdere’nin öyküsünü anlatıyor. Köye ismini veren Ersizlerdere, Kurtuluş Savaşı’nda o kadar çok şehit veriyor ki köyde artık erkek kalmıyor ve böylece Ersiz, erkeksiz anlamına gelen Ersizler, dere de geçtiği için Ersizlerdere ismini alıyor. Tam bir doğa harikası olan Ersizlerdere adını kanyona da vermiş. Grup kanyona doğru yürüyüşe başlıyor. Köy o kadar sessiz ki ne bir hayvan ne de insan sesi duyuyoruz. Her taraf yemyeşil. Sanki geçmişini unutmamış gibi. Öğrendiğimize göre köylüler bir düğüne gitmiş onun için her taraf sessiz ve sakin. Dere boyunca yolumuza devam ediyoruz, amacımız kanyona ulaşmak….Böyle bir yürüyüş için çok hazırlıklı olmayanlar yarı yolda pes etti. Pes etmeyenlerin sayısının onu geçmediğini söyleyebilirim. Yer yer çamur ve otlu arazi gidişimizi engelliyordu. Ben de bir müddet gittikten sonra çamura saplanmamak için pes edenlerden biri olarak iki arkadaşımla geri döndüm. Arada birbirimize kaybolduk diye takılıyor, aynı zamanda fotoğraf da çekiyorduk. Grup birkaç saat süren bir yürüyüşten sonra bir araya geldi. Çamurlu ve yer yer ıslak pantolon paçaları ile herkesin anlatıp güleceği güzel bir anısı olmuştu. Bayan arkadaşlarımızdan pes etmeyenler de vardı, bir kere daha onları zirveye kadar gittikleri için kutluyorum. Doğa turizmini sevenler mutlaka Ersizlerdere’ye uğramadan geçmesin diyorum…..
Daha sonra Küre’ye geliyoruz. Yorgunluk çay ve kahve molasının ardından ilçeyi keşfetmeye çalışıyoruz. El emeği, göz nuru genç kızların dokuduğu halıları görüntülüyor, nasıl pazarlandığını öğrenmeye çalışıyoruz. Bir saatlik Küre molasından sonra Belören Yaylası’na hareket ediyoruz.
Ecevit Çorbası Ecevit Han’da içilir
Belören Yaylası’na giderken yolumuzun üzerinde Ecevit adı verilen mevkiden geçerken Ecevit Han’ın olduğunu öğreniyor ve hep beraber hanı ziyaret ediyor, neden Ecevit Han ismini aldığını ve Ecevit Çorbası içildiğini öğreniyoruz. Kurtuluş Savaşı mücadelesinin yapıldığı o günlerde İnebolu’dan cephane nakledilirken Ecevit Han’da konaklama yapılıyormuş. Bu han, İnebolu’dan başlayan ve Kastamonu’ya kadar uzanan Atatürk ve İstiklal Yolu Projesi çerçevesinde restore edilmiş. Başta Atatürk olmak üzere birçok devlet adamı, şair ve yazarlarımızı ağırlamış. Türk siyasetinde dürüstlüğü ile unutulmaz bir isim olan Bülent Ecevit’in de burada ağırlandığını öğreniyoruz. Hatta Bülent Ecevit’in babası eski milletvekillerinden Dr. Fahri Ecevit, soyadı kanunu çıkınca bu mevkiden esinlenerek “Ecevit” soyadını almış. Öyle ki handa Ecevit adı verilen bir de çorba yapılıyor. Tarifini daha sonra vermek üzere……..
Akşam yaklaşıyor ve biz Belören Yaylası’na hareket ediyoruz. Kanyon yürüyüşü gibi zorlu bir parkurdan sonra yaylada yemek molası iyi geliyor. Geç vakitlere doğru Kastamonu’da Kurşunlu Han’a doğru yol alıyoruz.
Kurşunlu Han’ın ortaklarından Merlin Travel AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Selami Çelebioğlu da, gezide basın mensuplarına bizzat eşlik ederek bilgi verdi. Kurşunlu Han restore edilen ender güzellikteki konaklardan bir tanesi. Otel amacıyla restore edilen söz konusu han 550 yıl önce Candaroğulları Beyliği’nin son hükümdarı Kemalettin Bey tarafından inşa edilmiş. Uzun bir süre depo ve dükkan olarak kullanılan han, Kastamonu Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nün kurulmasıyla koruma altına alınmış. Kastamonulu işadamları tarafından 20 yıllığına kiralanarak restore edilmiş bugün Kurşunlu Han Otel olarak hizmet veriyor.
Ortada koskocaman bir avlu, odalara eğilerek girilen alçak ve geniş kapılar enteresan.. Dikkat! İçeri girerken sakın kafanızı vurmayın. İki katlı handa odalar gayet modern şekilde döşenmiş sizleri bekliyor.. Ertesi gün Kastamonu Valisi Mustafa Kara ve Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu ve beraberindekiler ile öğle yemeğini Kurşunlu Han’da yiyoruz. Vali Kara basın mensuplarına bir brifing vererek 5 yılda Kastamonu’nun bir Avrupa kenti olacağını, Atatürk ve İstiklal Yolu Projesi’nin en önemli projelerden biri olduğunu, 2011 yılında havayolu ve karayolu ulaşımında büyük hamle yapıldığını, Kastamonu’nun tarihi evlere yapılan desteğin yüzde 30’unu aldığını, kentin yüzde 70’inin ormanlarla kaplı olduğunu, savaşta ersiz kalan Ersizlerdere Köyü’nün turizmle kalkınacağını ayrıntılı bir biçimde anlatıyor.
Ortada koskocaman bir avlu, odalara eğilerek girilen alçak ve geniş kapılar enteresan.. Dikkat! İçeri girerken sakın kafanızı vurmayın. İki katlı handa odalar gayet modern şekilde döşenmiş sizleri bekliyor.. Ertesi gün Kastamonu Valisi Mustafa Kara ve Belediye Başkanı Turhan Topçuoğlu ve beraberindekiler ile öğle yemeğini Kurşunlu Han’da yiyoruz. Vali Kara basın mensuplarına bir brifing vererek 5 yılda Kastamonu’nun bir Avrupa kenti olacağını, Atatürk ve İstiklal Yolu Projesi’nin en önemli projelerden biri olduğunu, 2011 yılında havayolu ve karayolu ulaşımında büyük hamle yapıldığını, Kastamonu’nun tarihi evlere yapılan desteğin yüzde 30’unu aldığını, kentin yüzde 70’inin ormanlarla kaplı olduğunu, savaşta ersiz kalan Ersizlerdere Köyü’nün turizmle kalkınacağını ayrıntılı bir biçimde anlatıyor.
Organik kahvaltısı ile ünlü İzbeli Çiftliği ünlülerin uğrak yeri
Gece konakladığımız Kurşunlu Han’da öğle yemeğini yedik. Sabah kahvaltısını ise meşhur 400 yıllık İzbeli Çiftliği’nde gayet organik bir biçimde yaptık. Sekiz yıldan bu yana hiç değişmeyen İzbeli’deki kahvaltıda değişen şeyler torunların ve hizmet etmesi idi. Sabiha Ana olarak hitap ettiğimiz Sabiha İzbeli kırkbinkere maşallah hiç değişmemiş, aynı coşku ile İzbeli çiftliğini ve ailesinin kahramanlıklarını soranlara anlatıyor. Zaten kahvaltı boyunca evin duvarlarındaki resimler, tuğralar, diğer çeşitli eşyalar size nereye geldiğinizi hatırlatıyor. Tıpkı İnebolu gibi İzbeli Çiftliği’nde birkaç saat geçirmek bana her zaman büyük bir huzur veriyor. Sabiha Ana’nın yüzündeki huzur gibi. Kastamonu’ya gidenler İzbeli Çiftliği’ni görmeden dönerse Kastamonu’yu gezdim demesin. Bu kadar organik ve zengin menüden oluşan kahvaltıyı başka bir yerde bulmak mümkün mü bilemiyorum? Serdar İzbeli ile Hakan İzbeli ve Sabiha Ana arasındaki tatlı şakalaşma görülmeye değerdi. Serdar İzbeli ile Sabiha Ana’yı aynı zamanda tanımıştım. Hakan İzbeli’yi ise yeni tanıdım. O da bütün sevecenliği ile koşuşturuyordu. Beş yıl önce İzbeli’ye gelmeme rağmen Hakan İzbeli ile hiç tanışma fırsatımız olmamıştı. Kendisine sorduğumda şaka ile karışık ‘annemin en sevdiği oğlu Serdar’ demesi de aile arasındaki sevecenliği gösteriyordu. Hem Serdar İzbeli hem de Hakan İzbeli medyatik olmaktan uzak, şaka yollu Sabiha Ana’nın medyatik olduğunu vurgularken gerçeği söylüyorlardı….. Daha nice uzun yıllar sağlıklı bir ömür sürmesi dileğiyle Sabiha Ana’yı oğullarını ve torunlarını tekrar görmek ümidiyle diyorum….Artık ayrılma vakti yaklaşıyor. Buram buram tarih kokan İzbeli Çiftliği’nden ayrılmak zor gerçekten…Bizi yolcu eden Sabiha Ana’nın otobüste mikrofonla bilgi vermesi de bir ilkti. Daha önce ayrı ayrı yapılan röportajlar artık tam bir profesyonelce yapılır olmuş. Sabiha Ana gerçekten Serdar İzbeli’nin deyimiyle haklı bir şöhrete sahip olarak medyatik olmuş. Şöhreti Kastamonu dışına taşmış. Her zaman beyaz örtüsü içinde güler yüzüyle anacağım Sabiha Ana’yı, oğullarını, torunlarını tanımaktan çok mutluyum. İnsana pozitif enerji veriyor, sevgi aşılıyor.
Sarımsak tescillendi darısı Tosya pirincinin başına
Gezimizin son durağı Tosya oluyor. Tosya Belediye Başkanı Kazım Şahin ve ekibi bizi Tosya’da ağırlıyor. Öğle yemeğinde bir konuşma yapan misafirperver Şahin, Tosya pirincinin yavaş yavaş yok olduğunu bir zamanların pirinç diyarı Tosya’da üretimin bitme noktasına geldiğini söylüyor. Üreticilerin büyük tüccarların kurbanı olduğunu bildiren Şahin “Ürettiği değeri alamayan üretici yıllardır pirinç üretmekten vazgeçmiş” diyerek üretimin mutlaka canlandırılması bunun için üreticiye başta mazot olmak üzere teşvik verilmesi gerektiğini söyledi.
10 yıl önce gördüğüm Kastamonu ile şimdi gördüğüm Kastamonu arasında en belirgin şekilde gözüme çarpan konakların restore edilmiş ve turizme açılmış olması. Bir yerde kentte konak turizmi hakim diyebilirim. Liva Paşa Konağı, Eflani Konağı, Sinan Bey Konağı, Ballık Konağı, Uğurlu Konağı, Toprakçılar Konakları bunlardan birkaç tanesi. On yıl önce yalnız kent merkezinde 500’e yakın konak restore edilmeyi bekliyordu. Bugün öğrendiğime göre 40 civarında konak restore edilerek hizmete açılmış. Dilerim konaklar yıkılmadan sanatkar ellerde can bulsun…..
Fırsat buldukça gezip gördüğüm yerleri, yapılanları, çabaları vs ayrıntılarıyla sizlere aktaracağım. Başka bir gezinin izlenimlerini ele alıncaya kadar hoşçakalın….!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder